Hayatın Bize Kurduğu İki Tuzak
Özgür Gültekin, sohbetini çok sevdiğim bir hocam. Zaman zaman başından geçen olaylardan, insanlarla olan ilişkilerinden bahseder sosyal medya paylaşımlarında. Geçen gün paylaştığı yazıyı aşağıya olduğu gibi ekledim. Aslında uzunca bir süredir ben de bu iki tutkunun sınırlarında dolaşıyorum. Bu iki seçenek birer yaşam biçimi. Benzer düşünceler içerisinde kalanlar varsa, kafa toparlamak için güzel bir yazı olmuş.
Bugün uçarı bir öğrencim Cumartesi günü yapacağımız ders ile ilgili şöyle bir şeyler yazdı:
“- Hocam, siz hep hayatı ıskalamayın, tadını da çıkartın diyorsunuz ya, merak ettim. Bu Cumartesi sınav meselelerini bir kenara bıraksam da gezip tozsam bana izin verir misiniz?”
Bu da benim ona cevabım. Açık bir mektup. Sizlerle de paylaşayım istedim:
Sevgili öğrencim,
İnsan hayatına yeni bir yön verebileceği her fırsatta iki farklı tuzakla karşı karşıya kalıyor. Bu iki tuzak da birer tutkuya dayanıyor. Bu tutkulardan biri insanın hayatını berbat etme tutkusu, bir diğeri ise statüko sahibi olma tutkusu. Bu ikincisi yaşamı sağlam temellerle inşaa etme arzusunun yarattığı tuzak. Eğer para kazanmaya hayatının bir temel amacı gibi odaklanıyorsan, toplumsal hayatında tek odaklandığın şey bir statü ise, zorlu avm’nin üzerinde bir evde oturup uluslararası bir şirketin önemli bir yöneticisi olmaya odaklanmışsan bu senin bugün dünyada varolan iktidar yapısını hayatın boyunca koruyan bir yaşam çizgin olacağını gösterir. Bu şekilde yaşamış, başarı tutkusunun esiri olmuş insanlarla kendilerini ölüme çok yakın hissettiklerinde konuşma fırsatı bulursan bunun gerçekten boşa harcanmış bir yaşam olduğunu hissedeceksin.
Öte taraftan ikinci tuzak ise anı yaşamak adına sadece kalıcı etkisi olmayan bir şeyler yapmaktır. Anı yaşamayı sadece bu çerçeveye indirgemektir. Örneğin bir üniversitede dersleri boykot edebilir, bir meydanı işgal edebilir, her durumda isyankar ruhunun sana söylediği her şeyi, hiç bir şeyi hesaba katmadan yapabilirsin. Ya da bütün hayatını sadece dünyayı gezmeye ayırabilirsin. Belki sadece bir oyun, belki sınırsız alkole, belki sınırsızca yeni cinselliklerin peşinden koşmaya, belki sadece yüzmeye yönelebilirsin. Kısaca sadece yaşamı anlık yaşayabilirsin. Tabii ki bütün bunlar yaşamın içinde var ve elbette senin ve benim gibi geleneklere karşı sınırsızca mücadele etmeyi seven, otoriteye tapmayan insanlar hayatta anı yaşamayı ıskalamak istemez. Ama burada da bir tuzak var. Eğer yaşamın bu tarz bir nihilizme düşerse, tamamiyle anlamını yitirmiş bir yaşam yaşamaya mecbur kalabilirsin. Böyle bir yaşamda sadece güzel anlar ve kötü anlar vardır. Ve sen sadece o güzel anların sayısını arttırmaya çalışırsın. Ama bir süre sonra o parçaladığın yaşamın ve anlık mutlulukların seni tatmin etmediği bir noktaya gelebilirsin. İşte bu da bir başka tuzak. Birinci durumda tarif ettiğim statükocunun zıttı bir yaşam gibi görünse de, bu onun alternatifi değil. Bana bu konuda inanmazsan şiir oku. Duygular dünyasının en büyük üstadlarının şiirlerinde onların acılarına bak. Hiç kuşkusuz ne demek istediğimi hissedeceksin.
İnandığım şey anı yaşa, bir anı hiç bir kariyer ve toplumsal statüko için feda etme. Sonuçta yaşam o anlardan oluşuyor ama yaşadıklarını seni tatmin edecek bütünsel bir mücadeleden, insanın anlam arayışından kopartırsan, her anı izole olarak ve verdiği haz dışında değerlendirmezsen bu hızlı yaşamın sana tatminsizlik ve pişmanlıklar getirmesi olasıdır.
Bu yazdıklarımı bir ders gibi düşünme. Dersimizi yapmadık henüz. Şimdi dersi geldiğinde yapacağız. Cumartesi türevin geometrik anlamını, fizik, kimya ve biyolojiyle bağını konuşacağız. Evren üzerine elde ettiğimiz anlayışın çoğunu türeve borçluyuz. Evrenin oluşumunu, yıldızların ve hatta canlılığın evrimini onunla anlıyoruz. Bunları da konuşacağız derste. Sana Cumartesi izin verebilirim ama sadece bu aralar bir kıza aşık olma şansına sahip olduysan ve bu izni onla zaman geçirmek için istiyorsan. Yoksa başka bir şey için dersi iptal edemeyiz, derse gecikme Cumartesi.
Hoşçakal.
Yorumlar
Yorum Gönder